•  
AİLE İÇİ ŞİDDETİN ÇOCUKLAR ÜZERİNDEKİ ETKİSİ 28 Haziran 2021

Bu yazımızda aile içi şiddetin çocuklar üzerindeki etkisini inceledik. Yazımız "Aile İçi Şiddet" isimli kitabımızdan derlenmiştir.

    Aile içi şiddet aile ortamında bebek dünyaya gözlerini açmadan başlayabilir ve bebek anne karnında bile şiddete maruz kalabilir (Resnick, Holmess, Dammeyer ve Kilpatrick, 2000). Hamilelik döneminde aile içi şiddete uğrama oranının %30’dan fazla olduğu bilinmektedir (Sterne vd., 2010). Türkiye’de ise en az bir kez hamile kalmış kadınların %8’inin hamile iken eşi tarafından şiddete uğradığı ifade edilmektedir (Türkiye’de Kadına Yönelik Aile içi Şiddet Araştırması, 2014). Bazı bebekler bu şiddetin büyüklüğü ve sıklığına bağlı olarak hayata gelmeden yaşam haklarını kaybederlerken bazıları sakat ya da engelli doğma riski ile karşı karşıya kalabilmektedirler. Aile içi şiddetin bebekler üzerindeki etkisi aşağıdaki gibidir:

     Psikolojik/ Duygusal Etkisi: Bakımveren kişiye bağımlılık, aşırı ağlama,  anksiyete, değişikliklere aşırı tepki, öfke ve saldırganlık, pasiflik ve ilgi eksikliği

    Sosyal Etkiler: Zayıf iletişim becerileri; diğer çocuklarla ilgili iletişim/ilişki zorlukları, düşük oyun becerileri, çekingen davranışlar, oyuncakları aşırı sahiplenme, paylaşım zorlukları, normların ötesinde agresif davranış veya geri çekilme (içe dönme) davranışı

    Fiziksel Etkiler: Gecikmiş tuvalet alışkanlığı, işitmede ve görmede zorluklar

    Öğrenme Etkileri: Dil gecikmesi; erken öğrenmede gecikmiş oyun becerileri ve hedefler

     Yukarıda da açıklandığı gibi bebeğin aile içi şiddetten çeşitli açılardan etkilendiği görülmektedir. Öfke, saldırganlık, aşırı bağımlılık, uyumsuzluk gibi problem durumlarının ortaya çıkması ve daha karmaşık hâle gelmesi kaçınılmaz görünmektedir. Bebeğin normal gelişim süreci de aile içi şiddetten etkilenmektedir. Böylece aile içi şiddetin yaşandığı bir ortamda büyüyen bebek akranlarına göre dezavantajlı bir durumla karşı karşıya kalabilmektedir. Aile içi şiddetin bebek üzerindeki bu etkileri ile birlikte anne-bebek ilişkisinin de olumsuz etkilenmesi kaçınılmazdır. Annenin bebeğe bakım verme davranışından onunla kurduğu duygusal bağa kadar birçok boyutta aile içi şiddetin olumsuz etkilerinden bahsetmek mümkündür. Örneğin, anne yaşadığı şiddete bağlı olarak bebeğine gereken bakımı veremeyebilir; bebeğine yeterince zaman ayıramadığını düşünebilir, bundan dolayı kendini suçlayabilir; bebeğinden duygusal olarak uzaklaşabilir veya ona aşırı bağlanabilir. Dolayısıyla, aile içi şiddet ebeveynlik becerilerini de etkileyebilmektedir. Birincil bakımveren rolündeki anne, şiddetin birçok boyutuna bağlı olarak annelik sorumluluğunu yerine getirmekte zorlanabilir veya bu sorumluluğu istemeyebilir. Bazen de istese bile şiddet uygulayan eş tarafından bakım vermesi engellenebilir, bebeğinden uzaklaştırılabilir. Bazı durumlarda ise çocukların anneye veya şiddet gören ebeveyne yönelik itaatsizlik ve onu dikkate almama durumu yaşanabilir (Bancroft ve Silverman, 2002). Böylece özellikle anne-bebek ilişkisi yaşamın ilk yıllarından itibaren istenilmeyen biçimde şekillenebilir.

    Aile içi şiddet anne-bebek ilişkisinin yanı sıra, okul çağındaki çocuğun dikkat ve konsantrasyon becerilerini, bilişsel yeteneklerini, dil gelişimini, okul kazanımlarını ve sosyal gelişimini de olumsuz etkileyebilir (Sterne vd., 2010). Çocuklar aile ortamında ebeveynlerinin birbirlerine bağırmalarına, hakaret etmelerine, fiziksel yaralanmalarına, tacizlerine doğrudan veya dolaylı olarak maruz kalabilmektedirler. Çocukların gördükleri ve duydukları bunlarla sınırlı kalmamaktadır.

    Örneğin; annelerinin tekmelenmesi, boğulması, yakılması, bıçaklanması gibi şiddet davranışlarından evde pencerelerin veya kapıların kırılması, eşyaların fırlatılması ve yok edilmesine, evcil hayvanların dahi bu şiddet esnasında zarar görmesine kadar genişleyebilmektedir (Sterne vd., 2010). Bu durum çocuklar için oldukça kaygı verici olup aile bağları ile ilgili ciddi güven yıkımına neden olabilmektedir. Yaşanılan fiziki ve duygusal ortam bu olaylarla birlikte yeni anlam ve yeni izleri taşıyabilmektedir. Böylece çocuklar bu izlerle sürekli olarak travmatize olabilmektedirler.

     Yukarıdaki bulgular incelendiğinde çocukların aile içi şiddetin kaçınılmaz tanıkları olduğu ve birincil düzeyde bu şiddetten etkilendikleri görülmektedir. Aile içi şiddetin dünya genelindeki yaygınlığından hareketle, şiddete maruz kalan tüm çocukların da hayatın doğal akışında doğal olmayan gerçeklerle yüzleştiği söylenebilir. Annesi şiddet gören ile görmeyen çocuklar üzerinde yapılan bir araştırmada, annesi şiddete uğrayan çocukların “sık sık kâbus görme, yatağını ıslatma, sosyal hayatta çekingen olma, anneye/diğer çocuklara karşı saldırgan olma, hırçınlaşarak ağlama” tepkileri gösterdikleri belirlenmiştir (Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Raporu, 2009). Görüldüğü üzere çocuklar dolaylı veya doğrudan maruz kaldıkları bu durumlarda özellikle psikolojik olarak etkilenebilmekte ve korku, güvensizlik ve çaresizlik duygularını yoğun bir şekilde yaşayabilmektedirler.

    Aile ile ilgili temel ihtiyaçları ihmale uğrayan çocuğun psikolojik sorunlarının yanı sıra günlük yaşam rutininde de sorunların ortaya çıkması olasıdır. Evde bu şiddet olayları olurken çocuklara bir mercek tutulsa neler gözlemlenir?

    • Bazı çocuklar ebeveynleri onlar odada iken kavga edemeyeceklerini düşündükleri için ebeveynleri tartışırken odaya girebilirler.

    • Bazı çocuklar, canlarının yanması pahasına ebeveynlerinin tartışmalarına doğrudan müdahale edip araya girmek isteyebilirler.

    • Bazı çocuklar ebeveynlerini ikna etmeye, yatıştırmaya ve arabuluculuk yapmaya çalışabilirler.

    • Bazı çocuklar ilgili kurumlardan veya kişilerden yardım arama çabasına girebilirler.

    • Bazı çocuklar şiddet sahnelerine tanıklık etmemek için akrabalarına veya arkadaşlarına gidebilirler ve ortamdan uzaklaşabilirler.

    • Bazı çocuklar da bu imkânları olmadığında ev içinde kendine uygun bir sessiz ortam arayıp saklanabilirler ya da yüksek sesle müzik dinleyerek ya da televizyon izleyerek durumdan uzaklaşmaya çalışabilirler.

    Çocuğun yaşına, cinsiyetine, aile içindeki konumuna ve diğer özelliklerine bağlı olarak tepkileri farklılaşsa da bu davranışların ortak özelliklerinin soruna geçici sürede çözüm bulma, sorunun üzerini kapatma, sorunu görmezden gelme gibi noktalarda birleştiği görülebilir. Çocuğa özgü olan bu davranışlar kısmen işlevsel olsa bile sorunun çözümü ve çocuk üzerindeki olumsuz etkisi açısından uzun vadede kullanılabilir görünmemektedir.

    Küçük bir anekdot: “Bir baba oğlunun diğer çocukları şiddetli bir şekilde sevdiğini (hırpaladığını, etini sıktığını, kolunu büktüğünü) ve burada bir sorun olup olmadığını bir uzmana sorar. Uzman da babaya “Siz çocuğunuzu nasıl seviyorsunuz, tarif edip gösterebilir misiniz?” diye karşılık verir. Baba bir süre düşünür ve hakikaten kendisinin de çocuğunu bu şekilde hırpalayarak, sıkarak vb. şekilde sevdiğinin ve çocuğunun da bu davranışını kendisinden öğrenmiş olabileceğinin farkına varır.” Bu küçük anekdot, sevginin bile taklit edilebilir bir davranış olduğunu bizlere göstermektedir.

    Aile üyelerinin gözü önünde yaşanan şiddet eylemi ne yazık ki öğrenilebilir, taklit edilebilir, geleceğe aktarılabilir. Çocukluğunda şiddete tanık olan bireylerin daha fazla şiddet uygulama eğiliminde oldukları (Akalın, 2010; Akan ve Kıran, 2017; Erikson ve Nasman, 2012; Kurt vd., 2017; Lowdermilk, 2006) ve çocukluğunda şiddet gören kadınların evliliklerinde gördükleri şiddeti haklı gördükleri ve normalleştirdikleri (Damka, 2009; Kurt vd., 2018) bilinmektedir. Böylece şiddete tanık olma sadece şiddetin uygulanabilirliğini artırmaz, gözlemleyen kişinin mağdur olma eğilimini de artırabilir (Sterne vd., 2010; Polat, 2001). Şiddete tanıklık eden çocuklar, annelerinin öncelikle fiziksel, sonrasında da psikolojik sorunlarında ona yardım etme sorumluluğu taşıdıklarından travmatik veya depresif durumları daha hızlı içselleştirme riski taşımaktadırlar (Vahip, 2002). Ayrıca çocuklar aile içinde yaşanan bu şiddetin kendisinde yaratmış olduğu utanç ve korku ile bu durumu kimseyle paylaşamamaktadırlar. Ailesinin diğer insanların gözünde küçük düşürülmesi gerekçesiyle utanç, ona inanmayacakları ve yalan söylediğini düşünebilecekleri için de korku yaşayabilirler. Bazen de çocuklar bunu aile dışındaki birileri ile paylaşırsa ebeveynlerinin boşanacaklarını, kendini ve kardeşlerini terk edeceklerini, evlerinden taşınmak zorunda kalacaklarını, sahip olduklarını kaybedeceklerini, aileden uzaklaştırılacaklarını, çoğunlukla annelerini kaybedeceklerini düşünerek kaygılar da yaşayabilmektedirler. Dolayısıyla aile içi şiddet bir sır olarak ailede varlığını yıllarca sürdürebilir. İfşa olan aile içi şiddet olaylarından sonra dahi çocuk, aile içinde şiddet uygulayan kişinin onların hayatlarında olup olmayacağı, şiddete devam edip etmeyeceği, mahkemenin ne karar vereceği, tek ebeveynle ekonomik anlamda sorun yaşayıp yaşamayacakları gibi korkularla birlikte gece kabusları yaşayabilmektedirler (Sterne vd., 2010). Bu olaylar olurken çocuk da zaman içinde güvenebileceği, yardım isteyebileceği, destek alabileceği kimselerin olmadığına ilişkin bir inanç geliştirebilir. Dolayısıyla şiddet döngüsü içinde bir şekilde yer almak kısa, orta ve uzun vadeli yaşam sürecinde olumsuz bir şekilde yinelenmektedir.

Aile İçi Şiddet (1. Baskı / Aralık 2020) – Nobel Akademik Yayıncılık

Ed: Dr.Öğr. Üyesi Nilüfer Koçtürk & Prof.Dr. Betül Ulukol

ISBN: 978-625-406-910-9

YORUMLAR
    Henüz yorum yapılmamış.